31 Ekim 2009 Cumartesi

...


Çikolata yerler. Her terkedildiklerinde. Eşofmanlarının içinde kaybolup, mutsuzluğa kadeh kaldırırlar. 36 beden pantolonlarına giremediklerinde iyileşme zamanı gelir. Popolarını ve burunlarını küçülttürürler. Her yaptıkları başkaları içindir. Onu beğenmeyen kocası, başkasına bakan sevgilisi, durmadan söylenen annesi. Mazoşist ruhlar. Kendi yüzleriyle asla barışamadıkları için dergi sayfalarını karıştırırlar.

30 Ekim 2009 Cuma

6. sezon


6.sezonun promo fotoğrafı. gerçekten müthiş. bu arada diziye kısa bir ara verildi. 6 .bölüm 9 kasım'da geliyor.

mad men 3. sezon


3. sezon başlayalı baya oldu. hatta amerika'da 11. bölüme kadar geldi ki ilk iki sezon 13 bölüm sürmüştü. bunun da o sayıyı aşacağını sanmıyorum. lakin 4.bölümde tıkandık. e2'den takip etmek zorunda kalmış durumdayız zira altyazılarda bir problem var türkiye'de torrent'e düşmüyor bi türlü. e2'de ilk üç bölümü 5 haftaya yayınca işin şirazesi kaçtı gibi. altyazıların diğer diziler gibi seri halde olmamasının sebebini dizinin türkiye'de pek anlaşılamadığına yormak gerekiyor. türk insanları prison break, lost, breaking bad, heroes gibi fantastik ve aksiyonvari şeylere daha fazla alaka gösteriyor çünkü. mad men ağır ağır geldi onlara. yavaş anlatımı. amerikan sosyal siyasal hayatını özet geçişi, retro havası ve reklam dünyasının doğuşunu ,bugünlere gelişini işliyor dizi malumunuzsa eğer. bu da pek algılara hitap etmiyor nedense bizim gibi ülkelerde.

her ağzını açtğında kapitalizme ve amerika'ya söven zihniyetin onu anlamak için ne kadar çaba gösterdiğini gözler önüne seriyor bu gözlem. pavlov'un köpeğinden farksız.

neyse. dizinin 2.sezonu müthiş bir finalle bitmişti. uzunca bir süre bekledik ne olacağına dair. yeni sezon başladı kaldığı yerden. bu dizinin en sevdiğim yanı da aksiyon ve gerginlik vaad etmeden izleyenini gerginleştirmesi ve heyecanlandırması. 3.sezon da aynen böyle başladı. umarım altyazı problemi çözülür ve seri halde izleriz. haftadan haftaya izlemek bize göre değil yahu.

o değilde şimdiden don draper bir efsane olacak gibi gözüküyor.

yalnız


-“ Ya köpek?”
- “Köpek de senin olsun” dedim,
- “Seni özleyecek.”
- “Ne güzel, birisi beni özleyecek.”

sadece müslümanların cennete gidecek olması


öyleymiş. bir gerçekmiş bu. yani insan biraz düşününce öyle olduğunu kendisi anlıyor direkt olaraktan , hani kitap falan gibi şeylerin yardımına ihtiyaç duymadan.

şimdi birader müslümanlar, hristiyanlara gavur diyor dimi, yahudilere de, geriye kalan ne idüğü belirsizlere de. peki allahın gönderdiğine inanılan serinin 3. kitabı da kuran-ı kerim ya, onda da herkes müslim olmaya çağırılmış ya;

ve belirtilmiş ya hani, sünnet olunacak, hz. muhammed'e inanılacak, temiz olunacak, cumaydı, oruçtu, zekattı verilecek diye. sonuç olarak bunlar ahiret için ya;

öyle ya, ahirette de en iyi pencere yanı cennette var ya, eee..

e'si, diyelim 7 milyar insan var. 1 milyarı müslüman diyelim. hadi kıyak yapayım 2 milyar insan. bunların da hepsinin imanlı olduğunu ve yemeden içmeden allaha taptığını varsayalım. saydık mı? beraber gelicez bak ona göre;

kaldı mı geriye 5 milyar insan. bunların yarısı da eski din mensubu değil mi? yani birazı hristo birazı yahudi olmak üzere. bunlar da serinin 1 ve 2. filmleri dolayısıyla;

ee allah serinin 3. filmini vizyona koyduğunda dememiş mi , geçin müslümanlığa yeni trend bu diye , e bunlar da geçmemiş öyle kalmışlar..

peki sorarım, nolacak müslümanların dışında kalan 5 milyar kişi...

cennete gitmek isterlerse bunun tek yolu müslüman olmaları mıdır yani? adamlar baştan kaybediyor bir kere anasını satayım. cennet falan hak getire eğer müslim olmazlarsa...

mesela afrika'dakiler nolacak? o kadar kabile dini var çeşitli...

yani müslimler dışında kimse olmayacak mı cennette sonuç itibariyle? yine mi aynı tipler olacak?

biraz çeşitlilik iyi olurdu amk ya...

ben


To say 'I love you' one must first be able to say the 'I.'

29 Ekim 2009 Perşembe

hayata dair merak edilen önemsiz şeyler


orospular neden evlenilecek kadar çekici gelir erkeğe? neden resepsiyonistler hep güzel kadınlar olur, ya da güzel kadınlar neden resepsiyonist olur? neden uçaklarda kocaman ekranlarda insanları, şu kadar fitteyiz, hava dışarda -200 derece diyerek korkuturlar? neden insan kendini ikea'da mutlu hisseder? kadınlar neden çiçeklere bayılır? neden diş macunu ortadan sıkıldığında herkes bundan nefret eder? ya da ediyormuş gibi yapar, ne önemi var ki? neden burger king ekstra sos isteyince fark talep eder? neden bebek görünce herkes onu sevmeye çalışıyormuş gibi davranır? neden, taksiciler araba kullanırken kollarını camdan dışarı çıkarır? neden insan sahilde güneşlenirken kitap okumak zorundaymış gibi hisseder kendini? neden berberler bu kadar çok konuşur? neden cool berber hiç yoktur? neden yağmurdan kaçan insan , evinde küvet sefası yapar? neden göbek deliğindeki pamukumsu şeyi çıkartmak bu kadar zevklidir?

alışveriş merkezleri


sevmiyorum yahu şu alışveriş merkezlerini, çok kalabalık yahu. insanlar atina sparta meydan muharebesi ndeki gibi hücum ediyorlar ordan oraya. kimisi hunharca para harcayıp mutsuzluğunu bununla bastırmaya çalışırken kimisi de parası olmadığı halde zamanı öldürmek için volta atıyor akşama kadar, kimisi alışveriş yapmayı kafasına koyup gelmişken, kimisi sadece fiyat sorarak kazıklanmamanın vereceği rahatlık için orada varoluyor.

ankara'yım ben. alışveriş merkezinden ve midesine kadar bürokrasiye gömülmüş, bond çantalılardan başka hiçbir haltın olmadığı yerdeyim yani. yine de severim ankara'yı, ama ankara'yı. aslında insanın olmadığı her yer sevilebilir bence. bu tür kapitalizm klişelerinden nefret eden tiplerden de biri değilim. kapitalizmi de severim açıkcası. eğlenceli bir şey. hayatı yaşanabilir kılıyor. alternatiflerimi artırıyor. insanın işine saygı duymasına neden oluyor. alışveriş merkezlerinden nefret etmemin nedeni bu yüzden kapitalizm falan değil. mesela alışveriş merkezlerinde en sevdiğim şey, yemek meydanları denilen yerlerde, yemeğini bitirdikten sonra masadaki artıkların görüntüsüdür. onları senin yerine birinin toplayacağını bilmendir. masada iğrenç bir koku ve görüntü bırakmasına karşın görüntüsü insanı bi an için mutlu edebiliyor.

birçok şeyi tek bir alanda yapma imkanı sunuyor bu güzellik insana. yemeğini yiyorsun, d&r'a uğrayıp bir dvd belki bir kitap belki bir dergi alıyorsun, bir cafeye gidip aldıklarını kahvenle birlikte inceleyebiliyorsun, çamaşırlarını kuru temizlemeciden alıp evine gidiyorsun. her şeyi tek bir merkezde yapıyorsun. büyük bir verim kaybını önlüyor bunlar.

ama mutlaka her güzelliğin içine etmeye gönüllü insanlar çıkıyor mütemadiyen. otoparkda yer kavgası yapacak kadar çıldırmak mesela, biri çıksın da ben gireyim diye dörtlüleri açıp yarım saat sabit bir yerde bekleyenlere inanamıyorum. yeşil ışık yandığında 2 saniye geç hareket edene hayvanlar gibi korna çalarken, alışveriş merkezlerinde yarım saat araba koymak için beklemeleri midemi bulandırıyor umumiyetle. anlayamıyorum. bu kadar mı önemli yani o alışveriş merkezinde dolaşmak. uğruna moron gibi o kadar saat o şekilde beklemek.

yemek meydanları mesela, haftasonları beni oraya götüren sebeplere lanet ediyorum. orda yemek yemek zorunda kalmama lanet ediyorum . insanların paralarıyla neden rezil olma arzusunda olmalarına da inanamıyorum. çoğu yer self servis. o dükkanların önünde onlarca kuyruk. görünce bile depresyona giriyorum çoğu zaman. ve kuyruklardan sonra alınan yemeklerle masa arayışına girmek. elinde yemeklerle moron gibi ayakta kalma ihtimalin. verdiğin 10 küsür lira. dakikalarca berbat bir sırada uğruna verdiğin savaş. bu kadar mı önemli yani orda yemek yemek? bu kadar mı önemli yani o masalarda kahkaha atan, hayvanlar gibi ses çıkartarak yemek yiyen insanlardan biri olmak?

mağazalar.

sanki bedava dağıtılıyormuşcasına tıka basa insanların alışveriş yapmak için akın ettikleri yerler. herkes eline bir şey alıyor göz ucuyla bakıyor ve standa fırlatıyor. 10 dakika içinde en az 15 t-shirt deneyen insanlara tanık oluyorum çoğu kez. ve kabin önlerinde kabinlerden insanların çıkmasını bekleyen stad kapısı kalabağı var her daim.

insanları anlamak imkansız. evine sipariş ettiği pizza 10 dakika geciktiğinde sanki şirketi satın almış gibi çıldırıp, paketçi çocuğu itin götüne sokarken,

nedense alışveriş merkezlerinde uzun kuyruklarda bekledikleri için kendilerini şanslı sayıyorlar. starbucks'da bir kahve içebilmek, orta oturan ve elitmiş gibi gözükmeye çalışan kimselerden olabilmek için can atıyorlar.